Daha selam bile vermeden belirtmek istiyorum ki, Metal Gear Solid 5: The Phantom Pain'i hala bitirmedim. Zaten böyle bir şeyi iki gün içinde başarabilmek adına hiç uyumamam gerekirdi.
Bu daha önceki oyunlar için yapmadığım bir şey değil. Gerekirse daha önceki oyunlarda olduğu gibi yine sabahlara kadar oynayabilirdim ama bu kez karşımda farklı bir yapım var. The Phantom Pain, açık dünya oynanışı ve bana gizlilik konusunda sunduğu çeşitlilikle başında uzun saatler geçirmemi istiyor. Sanırım ben de buna ayak uyduracağım.
Yine de hatrı sayılır şekilde yapımı oynadığımı da söyleyebilirim. İncelemeyi yapabilmek adına bilmem gereken çoğu donanıma sahip olacak kadar vakit geçirdim The Phantom Pain ile.
Hayatımda ilk kez bir oyun benden ortama adapte olmamı istiyor. Afganistan topraklarında zor dakikalar yaşadım. Ortama uyum sağlamak yerine kafalama girmeyi denediğim anlar da oldu ama bunun bedelini çoğu zaman ödedim.
Çünkü oynanış konusunda sunduğu serbestlik sayesinde gerçekten sonsuz seçenekle karşı karşıyayız. Yani aynı bölümü oynayan iki oyuncunun çok benzer kafa yapılarında olmaları bile bölümün gidişatının tamamen farklı olmasını engelleyemeyecek diyebilirim. Çünkü bir noktada başka bir tercih yapılacak ve doğal olarak bir anda işleyiş değişecek.Kojima daha önceki Metal Gear oyunlarının sunduğu oynanış deneyiminin yeterli olmadığını ve bunun için kendisini suçlu hissettiğini belirtmişti. Bu konuyu ciddi anlamda kafaya taktığını görebiliyoruz. Seriye hak ettiği oynanışı sağlayacağını söylemişti ve bunu başarmanın da ötesine geçtiğini söylemek yersiz olmaz.
Aslında bunun örneğini bizlere Ground Zeroes ile vermeyi denemişti fakat bizler bunu pek anlamak istememiş, Ground Zeroes'un ne kadar kısa olduğundan bahsedip durmuştuk. Fırtınadan önceki sessizlik olduğundan emindim ama seride böyle yan ve seriyle bağlantılı olsa da pek sevilmeyen örnekler olduğunu da biliyordum.
Neyse ki haksız çıktım. Kojima oyunda geçirdiğim her saniyede üzerinde çalıştığı detaylarla beni şaşırtmayı başardı. İlerleyen dönemde oyunun kendini tekrar etmeye başlaması gibi bir durum olacağını da hiç sanmıyorum. Çünkü "TAMAM" dediğiniz noktada durmasını çok iyi bilen biri Kojima.
Prologue bölümünün ise asıl oyunumuz ile ilgisi pek yok. Eski oyunlara selam çakan bir oynanışa sahip ve daha çok karakterleri tanıtmak ve tabii ki hikayeye sağlam bir giriş yapabilmek adına orada. Hatta işi biraz ileri götürüp Kojima'nın bir animasyon film denemesi bile denebilir. Çünkü her saniyesini soluksuz izlediğiniz, pek de fazla müdahalede bulunmadığınız bir seyirlik var karşınızda. "Yok artık" "Pes" "Hadi canım" gibi tepkiler vermeniz çok olası. İnanılmaz bir tempo var ve giriş bölümünden sonra yapım asla bu denli bir tempo yakalamıyor.
AH ŞU DİL PROBLEMİ
Tabii hikaye konusuna dönmüşken hemen bahsetmek gerek. Oyunda Türkçe dil seçeneği yok. Bir yama çalışması dışarıdan yapılmadıkça da ne yazık ki böyle bir seçeneği olmayacak. Bu yüzden ileri derecede İngilizce ihtiyacı duyacağınızı belirtmemiz gerek. Eğer hikayeyi merak ediyorsanız, eski oyunlarda en yalnız olduğumuz anlarda bile yalnız hissetmemizi engelleyen telsiz sistemiyle halledilen "filler" yani boşluk dolduran hikaye anlatımı, ana binanızda bulunan kasetleri dinlemeniz üzerine kurulmuş durumda.
Benim için belki de The Phantom Pain'in tek kusuru bu oldu. Issız topraklarda gezerken telsizden eskiden olduğu gibi geyikler yapamamak, hikayeye hakim olmak için gerekli detayları alamamak çok kötü. Saatlerimi kulağımda kulaklıkla kaset dinleyerek geçirmek zorunda olmadığım gibi Snake'in hiç konuşmayarak olayı daha da anlamsız hale getirmesi berbat bir tercih olmuş. Sonunda Kojima'yı kınayacak bir nokta buldum. Rahat ölebilirim.
The Phantom Pain'in hikayesine dönecek olursak, Big Boss karakteri ile oynadığımızı muhtemelen biliyorsunuzdur. The Boss'un ardından efsane haline gelen Big Boss, kurduğu teşkilat ile müthiş bir güç haline gelmişti. Fakat yapılan saldırıda neredeyse herkes öldü. Ardından da kendimizi The Phantom Pain'in açılış sahnesinde bulduk diyebilirim. Yani kronoloji içerisinde bulunduğumuz yıllarda bahsettiğim olaylar gelişiyor.
Tabii ki yakından tanıdığımız Revolver Ocelot ve Miller karakterleri de bizimle birlikte. Yine de Miller'ın görevler hakkındaki yorumları ve dünyanın en düz adamı Ocelot'un hikaye odaklı duygusuz konuşmaları dışında hiçbir ses duyamıyoruz karakterlerden. İçime dert oldu vallahi.
MOTHERBASE NEDİR? YENİR Mİ?
Big Boss yeniden bir ordu toplama işine girişiyor çünkü öcünü alması gerekiyor. Tanıdığı herkesi öldürenlere karşı büyük bir operasyona girişiyor. Burada da Motherbase adındaki ana binamız devreye giriyor. Eğer PSP kullanıcısıysanız Peace Walker oynamışsınızdır. Oynamadıysanız da Motherbase kavramının orada ilk kez karşımıza çıkarıldığını ben hemen size söyleyeyim.
Şimdiki hali ise bir hayli geliştirilmiş durumda tabii ki. Aklınıza bile gelmeyecek geliştirmelere açık durumda ve oyunun temel noktalarından biri de bunu gerçekleştirmek. Bunu nasıl yapacaksınız? Aslında çok kolay gibi görünen, fakat oyunda ciddi anlamda mesai harcamanızı gerektiren bir sistemle. Materyal toplamak!
Materyalleri gittiğiniz görevlerde bulabiliyorsunuz. Haritada öylesine dolaşırken de bulabiliyorsunuz. Fakat görülmesi biraz zor diyebilirim. Özellikle kamplardaki binaların içerisinde masaların üzerinde duran bazı şeyleri başta tanımanız bir hayli zor. Bunun önüne geçmek için materyalleri tuşa basıp toplamadan önce biraz inceleyebilirsiniz. Bu sayede sürekli toplayacağınız şeylerin görüntüleri hafızanızda yer edecektir.
Topladığınız materyaller sayesinde silah güçlendirmelerinden yeni ekipmanlara kadar birçok güçlendirmeyi yapabiliyorsunuz. Hatta oyunun burada bir mikro ödeme sistemi kurduğunu da belirtelim. Motherbase için birçok seçenek satışa sunulmuş durumda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder